62. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde son yarışma filmleri de seyirciyle buluştu. Atatürk Kültür Merkezi (AKM) Aspendos ve Perge salonlarındaki gösterimlerin ardından film ekipleri, seyircilerin sorularını cevapladı.
Parçalı yıllar, parçalanan insanlar
Yönetmenliğini Hasan Tolga Pulat’ın üstlendiği “Parçalı Yıllar”, günün ilk Ulusal Yarışma filmiydi. AKM Aspendos Salonu’ndaki gösterimin ardından yönetmen Hasan Tolga Pulat, görüntü yönetmeni Serdar Ünlütürk, oyuncular Yetkin Dikinciler ve Levent Özdilek söyleşiye katıldı.
Türkiye’nin siyasî olarak da belirsizliğe ve nihayet askerî darbeye sürüklendiği, Türk sinemasınınsa tamamen bitmesiyle sonuçlanan süreçte sinema salonlarını kaplayan ve ‘araya parça giren’ filmler olarak bilinen erotik film dönemini ele alan film, seyircilerin beğenisiyle karşılandı.
Bu dönemi işlemenin, üniversite yıllarından beri aklında olduğunu söyleyen Hasan Tolga Pulat, hikâyeninse yıllar içinde geliştiğini dile getirdi: “2005’ten beri kafamda erotik film dönemiyle ilgili bir şey yapmak vardı ama ne yapacağıma dair çok fazla bir bilgim yoktu. Daha sonra hikaye; erotik film dönemini anlatmaktansa bir karakterin kendi doğrularıyla hayatın gerçekleri arasında sıkışmasına evrildi”
Pulat, o dönemi şöyle resmetti: “Bu dönemi çok anlatılmaya değer buluyorum. Türkiye’nin yozlaşmaya başlaması, fırsatçılığın artması, o dönemlere tekabül ediyor. Onun sinemadaki izdüşümüydü bu dönem. Ama bunları geride tutup bir karakterin, bir insanın, bir babanın; doğrularını ne kadar koruyabileceğiyle ilgili bir paranoya var bende; onu anlatmaya çalıştım. Filme, herkesin haklı olduğu bir yer koymaya uğraştım çünkü gerçekten hayat, herkesin haklı olduğu bir yer”
“Artık parçalı değil bütünleşmiş yıllar yaşayalım”
Başrol oyuncusu Yetkin Dikinciler, sözlerine, meşhur bir klişeye atıfla, “Yıllardır sanat için soyunacağım bir film arıyordum” diyerek başladı. Canlandırdığı karakterin yaşadığı ikilemleri, bütün oyuncuların hatta bütün insanların yaşadığını dile getiren Dikinciler, “İnsanlar hep bir şeyleri aşmak zorunda; idealleriyle, yaşam gerçekleri ve hayat gailesi arasında bir mücadele halindeler” diye konuştu.
‘Parçalı yıllar’ı aynı zamanda sosyolojik olarak da değerlendiren oyuncu; şunları söyledi: “Filmin adı bir metafor olarak da öne çıktı. Evet; araya parçaların girdiği yıllardı ama insanların, ideolojik olarak ve inandıkları şey uğruna önce kendini sonra karşıtını parçalamaya çalıştığı yıllardı da. Bu, dönem dönem kendini tekrar ediyor. Galiba bu dönemde hedefimizin, önyargıları parçalamak olduğunu anlamak gerektiğini düşündüğümüzde, önyargıları parçalamaya çalıştığımızda biz artık parçalı değil bütünleşmiş yıllar yaşarız diye düşünüyorum”
Oyuncu Levent Özdilek’se bizzat yaşadığı dönem hakkına şu yorumu yaptı: “Ben yaşım itibariyle o dönemleri yaşadım; bana da geldi bu filmler. Ama o zamanlar hem tiyatro anlamında hem siyasi anlamda direndiğimiz dönemlerdi. Tolga da söyledi; hayatın farklı evreleri var. Kaybedecek şeyleriniz arttıkça -mal mülkten bahsetmiyorum, bir çocuğunuz olduğu zaman ki en önemlisi odur- tavırlar değişebiliyor. Tam da bu 1975-1980 yıllarını çektik filmde. Tam da 12 Eylül döneminde benim oğlum oldu. Ve yapmadığım ya da çok direndiğim bazı işleri yapmak durumunda kaldım. O yüzden senaryoyu okuduğum zaman ‘hah!’ dedim; bu film o döneme bir belge gibi olacaktı. Hem de benim kendi hayatıma, sanatsal ve siyasî sürecime bir belge olacaktı”
Orta sınıfla inceden dalga geçen “En Güzel Cenaze Şarkıları”
Günün diğer Ulusal Yarışma filmi “En Güzel Cenaze Şarkıları” oldu. Filmin ardından gerçekleştirilen söyleşiye; yönetmen Ziya Demirel ile oyuncular Esra Dermancıoğlu, Halil Babür, Gözde Mutluer, Hidayet Tili, Nalan Kuruçim, Çağdaş Ekin Şişman, Ayça Damgacı ve Özer Keçeci katıldı.
Yönetmen Ziya Demirel; pek çok farklı öyküden kurulu filmin anlatım biçiminin ortaya çıkışını şöyle anlattı: “Kimlik dolandırıcılığı ve uzaktan hiç görmediği birine duyulan hisler ve yastan sonra çıkan bir merak gibi içeriklerden etkilenmiştim. Bu içerikle ilgili haberler de duyuyordum. Bir yanda da kendi içinde ama ilerledikçe birleşen öyküler… Yusuf Tan Demirel ile altı cümle yazdım ve her bir bölüm için doğaçlama sahneler yazdık. Sanki seyircinin bir sahneye atıldığı, kimin kim olduğunu anlamadığı, geç kaldığını düşündüğü bir içerik hayal ettik”
Bu içeriğin, oyunculuğa etkisi sorulduğunda ise ilk sözü, Esra Dermancıoğlu aldı: “Senaryoyu nasıl yöneteceğine hâkim olan bir yönetmenle çalışmak çok büyük bir konfor. Evet, doğaçlamalar oldu ama ben çokça Ziya’nın gözünün içine baktım. Doğaçlamayı severim ama Ziya’nın hayal ettiği bir şey olduğu için o doğrultuda gitmeyi tercih ettim”
“Oyuncu mahareti olan birçok şeyin, yönetmen ve senarist mahareti olduğunu düşünüyorum” diyen Halil Babür, “Hikâye çok iyi kurulmamış olsaydı bizim, oyuncu olarak, doğaçlamamız bir faciaya dönüşebilirdi” diye konuştu.
Senaryoyu okuduğunda, hangi rolde olursa olsun, bu filmde olmak istediğini dile getiren Ayça Damgacı; “Yeni bir dünya, orta sınıf alışkanlıkları ve kültürü ile ince bir yerden dalga geçen ve o rahatlatan alanı açtığı için bu filmde olmaktan çok mutluyum” dedi.
Uluslararası Yarışma’da bir ‘sanatçı’ filmi
Başarılı sanatçı Lina’nın yaşadığı içsel dönüşümleri kendine özgü bir sinema diliyle anlatan “The Currents” ise günün Uluslararası Uzun Metraj Yarışma filmiydi. Gösterimin ardından başrol oyuncusu Isabel Aime Gonzalez Sola, seyircilerin sorularını cevapladı. Sola, yönetmen Milagros Mumenthaler ile çalışmaları hakkında, “Vizyonu olan ve detaylara çok önem veren bir yönetmen. Bu vizyon ile filmimiz çok özenle gelişti” derken karakteri, kendisnin nasıl oluşturduğunu şöyle anlattı: “Senaryoyu ilk okuduğumda, yönetmen tarafından tam bir karakter analizi olmadığı için, oyunculara bırakılan bir düşünce oldu. Bana göre Lina’nın yolculuğu, içten gelen bir yolculuk. Zor olan da içsel yolculuğun dışa aktarımı, içerideki o fırtınayı dışarıya aktarmak. Lina içten içe bir şeylerden kaçmaya çalışıyor ama aynı zamanda kaçamayacağını da kabullenerek yolculuğuna devam ediyor”
500 keçinin 501’incisi; Cengiz
Altın Portakal yarışındaki son film, Belgesel Yarışma filmlerinden “Keçi 501”di. Doğu Karadeniz yaylalarında, 500 keçinin arasında 501’inci keçi olan Cengiz Taşçı’nın peşine düşen filmin yönetmeni Evrim Çervatoğlu ve görüntü yönetmeni Reşat Okan Candem, gösterimden sonra seyircilerin karşısına çıktı.
Belgeselin, Taşçı ile sohbetlerinin üzerine ortaya çıktığını söyleyen yönetmen, şöyle konuştu: “Cengiz ağabeyi ara ara görüyordum, aslında ikimiz de aynı coğrafyadanız. Bazen onunla konuşma fırsatı buluyordum. Belgesel çekmemiz için sadece bir şart sundu: İstediğim zaman sigara içeceğim!” Taşçı’yı, ‘501. keçi’ olarak nitelemelerinin sebebini ise şöyle açıkladı: “Diğer iki yardımcı karakterden çok uzakta, başka bir hayatın içerisinde yalnızlığı… Aslında çok küçük yaşta ailesini kaybetmesi, sonra keçilerle birlikte bir yaşama başlaması, onlara annelik, ağabeylik, kardeşlik, yoldaşlık yapması…”
Keçilerin hareketlerini günlük olarak takip etmenin zorluğunu vurgulayan, görüntü yönetmeni Candem; “Sonunda bir rotasyon çizmem gerektiğini düşündüm. Bütün gün hayvanların ne tarafa gideceğini, hangi açıdan, nasıl onları hissedebileceğimi, gerçek duyguyu nasıl verebileceğimi bulmak için çok çalıştım. Ortam da zordu; 20 santim kar yağıyor, ertesi gün kar yok! Evrim’le hep kavga ediyoruz. Bir ara kâğıt kalemle çizdik, bayağı gerilla gibi çalıştık” dedi.
Belgeseli izleyenler arasındaki, Ulusal Belgesel Yarışması’nın diğer filmlerinden “Tanıştığıma Memnun Oldum”un yürütücü yapımcısı Ahmet Seyrekbasan ise meslektaşlarını şu sözlerle takdir etti: “Nefis bir şey izledik. Günlerdir bir sürü belgesel izledik, biz de yarışıyoruz ama sizinle yarışabiliyorsak gurur duyuyoruz kendimizle”
Kaynak: (BYZHA) Beyaz Haber Ajansı